14 Aralık 2018 Cuma

Bergama'dan Çalınan Zeus Sunağının Hikayesi


Pergamon Krallığı'ndan Çalınan Zeus Sunağı


Zeus sunağı, İzmir’in Bergama ilçesinde bulunmuş, M.Ö 2. yüzyılda Pergamon Krallığını yöneten Attalos hanedanı tarafından inşa edilmiş mermer bir dinsel anıttır. Yunan tanrılarının devler ile olan savaşını anlatır.
Şimdi sizlere bahsi geçen antik krallığın izlerinin nasıl ve kimler tarafından Anadolu topraklarından kaçırıldığından söz edeceğiz.
Geçmişten günümüze Türk milletinin yaşamış ve yaşamakta olduğu kadim topraklarda yüzlerce belki de binlerce halk toplulukları yaşamıştır. Bunu gerek tarihi kaynaklardan gerek bahsi edilen toplulukların geride bıraktığı zamanın şahitlik etmiş olduğu kalıntılardan da görmekteyiz. Peki ya kaynaklara yanlış not edilmiş ya da hiç not edilmemiş tarihi gerçekler nerede? Birçoğumuz belki de cevabı doğru verecek. Evet, cevap Avrupa, Amerika, Rusya ve nice ülkeler bu listeye dahil olacak. Gelin biz de bugün tarihi antik Pergamon Krallığı Zeus sunağının Almaya’ya kaçırılış hikayesine şahitlik edelim.



Osmanlı tarihinde ilk kez borçlandığı Kırım Savaşı’nın ardından başlayan 20 yıllık borç alma süreci ve geri ödemede yaşanan sıkıntılar neticesinde, Almanlar’a 1860’dan sonra ilk başta demir yolu olmak üzere çeşitli alanlarda imtiyaz tanınmasına mecbur kalmıştır. Almanlar ise yaptıkları tüm demir yolları ve güzergahlarının 20 kilometre civarında bulunan her türlü maden ve tarihi eseri gizli kazılar aracılığı ile yasalar olmasına rağmen ülkelerine kaçırma fırsatını elde edebilmişlerdi. O zamanlar (18.yy) Avrupa’da da çeşitli ülkelerde olduğu gibi sanat ve kültürel ilginin reform aracılığı ile artması nedeniyle müzeler bulunmaz bir nimet sayılmış, dünyanın dört bir yanından getirilecek eserlerle daha da fazla ilgi çekmeleri kaçınılmaz olacaktı. Almanlar da bu fırsatı tabi ki değerlendirmiş ki o dönemde arkeolog olmamasına mukabil olarak demiryolları inşaatları için gönderilen mimar ve mühendisleri aynı zamanda arkeolojiye ilgili kişilerden özenle seçmişti.

Carl Humann


Carl Humann da o dönemlerde Anadolu’ya gönderilmiş bir mühendis ve mimardır. Berlin Kraliyet Akademisi’nden mezun olduktan sonra Osmanlı’nın Sisim adası gibi çeşitli bölgelerine gidip kazı çalışmalarında da yer almıştır. Adadan ayrılmasından sonra ilk olarak İzmir’e, ardından İstanbul’a gelerek Sadrazam Fuat paşa ile yakın ilişkiler kurmuş ve birlikte sık sık gezilere çıkmışlardır.

Sadrazam Fuat paşa


Humann, özenle seçilmiş bir arkeoloji meraklısıydı ancak onu daha da ilginç kılan bir tutkusu vardı, Zeus sunağı. Humann, bölgede toprak altında yatan bir Zeus sunağı olduğunu çok iyi biliyordu. İncil’de bile yerini almış Bergama Zeus Tapınağı onun için bir saplantı olarak aklında yer etmeyi başarmıştı. Bu nedenle o yıllarda gittiği her yerde bu tutkusunu hissettirmeden de olsa bu eşsiz tapınağı araştırmayı es geçmemişti.



Humann, tapınağı önceleri Sindel köyü ve yakınlarında arasa da bir sonuca varamamıştı. Daha sonrasında yaptığı gezilerle ve zamanla edindiği bilgilerle çevrede yaşayan insanlarla iyi ilişkiler kurmuş, sonucunda ise Bergama çevresinde bulunan eski kalıntılar hakkında ipuçlarına da ulaşmayı başarmıştır. Humann, gizlice yürüttüğü araştırmalarının neticesini Bergama Akropolü’ndeki Bizans duvarları arasında yer alan eşsiz kabartmaları fark etmesiyle şaşkına dönmüş, bu yapıların Zeus sunağına ait olması ihtimalini göz önünde bulundurarak vakit kaybetmeden dikkat çekmeyen bir yer kiralayarak Prusya Müzeler Müdürü Alexander Conze’ye bildirdi. Humann, Conze’nin önerisiyle 1871 yılında kalıntıların bulunduğu alanda gizli gizli kazılar yapmaya başlamış, her geçen gün ortaya çıkan eşsiz kabartmalar karşısında daha da şaşkına dönmüştü. Nihayetinde sunağın mermer merdivenlerine ulaşan Humann, artık Zeus sunağını bulduğundan emindi. O süreçte bulup bulabildiği ne varsa kimseye belli etmeden Almanya’ya göndermeyi başarmıştı. Yol yapımı için taş taşıma ihtiyacı duyması bahanesi ile kurduğu kalabalık ekip sayesinde kazıyı bir üst seviyeye çıkarmış katır ve develer yardımıyla da sandıklanan bütün tapınak parçalarını Çandarlı körfezinden İzmir’de bekleyen Alman gemilerine taşımayı başarmıştı. Fakat bu zorlu koşullara bir yenileri daha ekleniyor işler kolaylıkla yürümüyordu. Kullanılan köprülerden birinin bu zaman içerisinde kullanılamaz hale gelmesinin ardından daha büyük bir problemle de karışlaşan Humann, köylülerin birşeylerin ters gittiğini farketmesiyle daha büyük bir endişeye kapılmıştı. Birgün Bergama halkı toplanıp sandık sandık taşıma yapan bu kervanın yolunu kesti. Humann, daha da büyük bir korkuya kapılarak devreye Alman konsolosluğunu ve dolayısıyla Alman hükümetini de soktu. Almanya’ya karşı büyük borç içinde olan Osmanlı’nın eli kolu bağlanmış duruma müdahale edemeyerek Almanya’nın talebiyle halkı yatıştırmak için bölgeye bir paşa ve bağlı bir silahlı birlik yolladı. Paşa’nın telkinleriyle sindirilen halk susturuldu. Çünkü paşa da Anadolu’yu ve insanını iyice öğrenmiş Almanlar tarafından, Bergama’ya geldiği ilk gün itibariyle güzel bir şekilde ağırlanmış, adeta ağzına bir parmak bal çalınmıştı.



Humann, o dönemde yazdığı kendi günlüklerinde her parçayı korku içerisinde Almanya’ya nasıl kaçırdığını büyük bir soğukkanlılıkla anlatmaktadır. Human yaptığı kaçak kazılar nedeniyle çoğu kez endişeliydi. Sunak Almanya’ya taşındıktan sonra bölgede daha detaylı bir kazı yapma amacıyla Alman hükümeti sayesinde Osmanlı devletinden formaliteye dayalı bir kazı izni aldı. Oysa kaçak kazılar, resmiyete döndüğünde sunak çoktan Almanya’ya taşınmıştı. Bugün Zeus Sunağı ile ilgili olarak Almanların kazılar için aldıklarını söyledikleri belgeleri hiçbir şekilde ortaya koymamalarının sebebi budur.
Daha sonra Zeus Sunağının bulunduğu haberi tüm arkeoloji dünyasında yayıldı ve büyük bir sükse yarattı. Sunağı kendi müzelerine götürmek isteyen ve olmayan geçmişlerini Anadolu’dan çaldıkları binlerce tarihi eserle süsleyip, kendi kültürlerini geçmişin bu eşsiz kültürüyle bağlama kurgusu içerisinde yanıp tutuşan Avrupa ülkeleri arasında büyük bir yarış başladı. Bu büyük yarış içerisinde o dönemde ülkemizden sayısız tarihi eseri yağmalayan ve çalan İngiltere de vardı. Fakat yarışı kazanan Almanya oldu. Zeus tapınağı binden fazla tahta kasa içerisinde önce katırların ve develerin çektiği bir kervanla, geceler boyunca Bergama’dan Ege denizi kıyılarına uzanan çamurlu yollarda, daha sonra da her parçasıyla birlikte, Çandarlı limanından Alman savaş gemilerine yüklenmek üzere oldukça zorlu bir yolculuktan sonra İzmir Limanına doğru denize açıldı.



Günümüzde Zeus Sunağı’nı topraklarımızdan çalan Almanlar’la giriştiğimiz hiçbir hukuk mücadelesi sonuç vermemiştir. Aynı şekilde Anadolu topraklarından sayısız tarihi eser çalan İngiltere ile de girdiğimiz her hukuk mücadelesi sonuçsuz kalmıştır. Bugün yurtdışındaki müzelerde sergilenen eserlerimizin ait oldukları yerlere geri dönmelerinin tek yolu, İngiliz ve Almanların, müzelerimize ve ören yerlerimize girmelerinin sınırlandırılmasıdır. Aynı şekilde, bugün birçok ören yerinde kazı yapmaya devam eden Alman ve İngiliz ve daha nice yabancı arkeoloğun Türkiye topraklarında kazı yapmaları da yasaklanmalıdır.
Aksi halde Berlin'deki Pergamon Müzesi’nin, ziyaretçilerine İngilizce, Fransızca ve Türkçe olarak; '’Köylüler bu eserleri ufalayıp, toprağa katarak yeni ev yapıyorlardı , bunun için bu sunak burada.’’ şeklinde gayri ahlaki propaganda yapmakta olduğu gibi niceleri de bu propagandalara dahil olmaya cesaret edeceklerdir.

Berlin'deki Pergamon Müzesi

Günümüzde Yurt Dışına Kaçırılmaları Sebebiyle İstediğimiz Tarihi Eserler:

-ABD’den: Kumluca Eserleri, Herakles Heykeli, Getty Museum ve Lydia Eserleri.
-Almanya’dan: Bergama Zeus Sunağı, Aphrodisias İhtiyar Balıkçı Heykeli, Konya Beyhekim Camii Mihrabı, Hacı İbrahim Veli Türbesi Sandukası, Troya Hazineleri.
-Danimarka’dan: Diyarbakır Müzesi Sfenks Figürini, Akşehir Seydi Mahmut Hayrani Türbesi’ne ait sanduka, Cizre Ulu Cami kapı tokmağı, Nuruosmaniye Kütüphanesi’ne ait Kur’an sayfaları.
-Rusya’dan: Troya Hazineleri.
-Fransa’dan: II. Selim Türbesi çinileri.
-İngiltere’den: Çalıntı Kur’an sayfaları, Victoria&Albert Müzesi’nde bulunan Eros Başı, Samsat Steli, Halikarnas Mozolesi parçaları, Knidos Aslan heykeli.


13 Aralık 2018 Perşembe

SULTAN II. ABDÜLHAMİD VE EĞİTİM

SULTAN II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ EĞİTİM POLİTİKASI

         Geçmişten günümüze değin tarih incelendiğinde, toplumların gelişmesinde rol oynayan önemli unsurlardan birinin eğitim olduğu söylenebilir. Özellikle, büyük alanlarda yaygınlık göstermiş ve hakimiyetini kanıtlamış imparatorlukların kültürel kaynaklarını gelecek nesillere aktarmalarında ve kendi kültürleri ile bu nesle yol gösterici olmaları hususunda eğitimin çok önemli bir araç olduğu görülmüştür. Eğitim ile bir toplumun modern çağa geçmesi ve yeniliklere daha kolay adapte olabilmesi mümkün olmaktadır. Bu bağlamda eğitimi önemli bir faktör olarak gören Osmanlı Devleti incelendiğinde, eğitim sistemi ve eğitim kurumları ile ilgili yararlı bulgulara rastlamak mümkündür. 
         Bu makalede II. Abdülhamid döneminde eğitim alanında gelişen reformlar ele alınmıştır. Eğitim alanında Osmanlı’da yapılan yenilikler ilk defa II. Mahmud döneminde başlatılmış, daha sonra Sultan Abdülaziz devrinde de eğitime yapılan yatırımlar sürdürülmüştür. Osmanlı devletinde eğitim sisteminin temelini medreseler oluşturmaktadır. II. Abdülhamid dönemine değinildiğinde eğitim sisteminin düzensiz olduğu görülmektedir. Bu noktada II. Abdülhamid’in eğitimi düzenlemek amacıyla merkezi bir sistem ortaya çıkarmıştır. Eğitimin yaygınlaştırılması için ülke genelinde her yerde okullar açılmasını sağlamıştır. II. Abdülhamid, devletin geleceğinin, İslam ilkelerini benimseyen eğitimli gençlerle mümkün olduğu kanaatini benimsiyordu. II. Abdülhamid döneminde ilk öğretim, orta öğretim, yüksek öğretim alanında pek çok okul açılmıştır. Eğitime verilen önem sebebiyle kız ve erkek öğretmen okulları açılması sağlanarak eğitim kalitesi artırılmaya çalışılmıştır.


* Bu çalışma 1876-1908 Yılları Arası İstanbul’da Açılan Okulların Mali Kaynakları adlı yüksek lisans tezinden yararlanılarak türetilmiştir.

        Eğitim bir toplumun en önemli değerleri arasında yer almaktadır. Toplumların gelişmesi ve ilerlemesi açısından bu ehemmiyetli görevi eğitimin üstlendiği söylenebilir. Eğitim toplumların en küçük parçası olan bireyi şekillendirerek ülke geleceğine yön verir. Osmanlı Devleti, eğitimin önemini kavramış ve eğitimde gelişmiş diğer dünya ülkelerini gözlemleyerek, ülkenin toplumsal ve ahlaki yapısına en uygun olabilecek eğitim sistemini geliştirmeye çalışmıştır.
         Osmanlı Devleti’nde eğitim sisteminin temeli medreselerden oluşmakta idi. Medreseler, eğitim verilen ilk kurumlar olarak büyük bir öneme sahipti. Ancak ilerleyen dönemlerde ortaya çıkan bozulmalar medreseleri olumsuz yönde etkilemiştir. Bu eksiklikleri gidermek amacıyla Sıbyan Mektepleri açılmıştır. Sıbyan Mektepleri, her köy ve mahallede bulunmakla birlikte, burada dini ve ahlaki eğitim odaklı kurumlar olarak hizmet vermiştir. 
         Eğitim alanında yapılan ilk reform hareketi, II. Mahmut’un Mekteb-i Tıbbiye ve Mekteb-i Harbiye’yi açması olmuştur. Her iki mektep de ilerleyen zamanlarda eğitim, siyaset ve toplumsal dönüşümlerde rol alacak kadroları yetiştirmeyi amaç edinmiştir. Gülhane Hatt-ı Hümayundan bir zaman sonra laik bir eğitim programı hazırlanması için Geçici Eğitim Meclisi seçilmiştir.1846 senesinde Ticaret Bakanlığındaki bu meclis Mekatib-i Umumiye Nezareti ve ardından 1866’da Maarif-i Umumiye Nezareti dönüştürüldü. İmparatorlukta, ilk önce öğretmenden başlamak koşuluyla iyi bir eğitim vermek amacıyla ilgili planlar hazırlanmıştır. 
        Her ne kadar eğitim sistemi geliştirilmeye çalışılırken diğer taraftan yeni okulların nasıl bir fonksiyonu yerine getireceği konusunda tedirginlikler yaşanıyordu. Savaşlar sebebiyle mali durum kötüye gitmiş hazine neredeyse boşalmış bir durumdaydı. Artan dış borçlar göz önüne alındığında eğitime ayrılan pay çok kısıtlı bir hal almıştı.
        Osmanlı Devleti’nde batılı anlamda bir eğitim sisteminin gerekliliği ilk defa III. Selim ve daha sonra II. Mahmut dönemlerinde fark edilmiştir. Subay, yönetici, mühendis yetiştirecek teknik okullar geliştirilmiş, ancak öğrencilerin yabancı dil bilmemesi problemi nedeniyle arzu edilen seviyeye ulaşmak mümkün olmamıştır. 
        II. Abdülhamid döneminde eğitim ve öğretimle ilgili yaşanan gelişmeler ise geçmişe nazaran daha düzenlidir. Modern eğitim yerleşmiştir, devlet eğitimdeki öneminin ve görevinin farkındadır. Okullara devlet tarafından mali destek sağlanmış, eğitimin finansmanı için vergiler aracılığı ile kaynak sağlanmaya gayret edilmiştir. II. Abdülhamid, vilayetlerdeki eğitime özel bir değer vermiştir. II. Abdülhamid dönemi, eğitim bilincinin yerleştiği ve elden gelen tüm imkanların ortaya konulduğu bir dönemdir. II. Abdülhamid, eğitimin, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtuluşunun tek çaresi olduğunu bilen bir padişahtır. Dönemin şartları göz önüne getirildiğinde imparatorluk, Kırım Savaşı’ndan sonra yoğun bir dış borç altındadır. Ayrıca kötü mahsul, yapılan savaşlar ekonomiyi fazlasıyla olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Maarif Hisse-i İanesi eğitimin sürekliliği için önemli bir adım olmuştur. 
        Genel olarak Osmanlı Devleti eğitim tarihine baktığımızda, Tanzimat öncesi dönemin bir başlangıç noktası olduğu, Tanzimat sonrası dönemin ise daha fazla geliştirmeye açık olunan bir eğitim sistemine sahip olduğu görülmektedir. 
        1868 Maarif Nizamnamesi ile eğitimde ilk dönüşümler başlamıştır. 
        Eğitim anlamındaki en büyük atılımın ise II. Abdülhamid dönemi ve sonrasında gerçekleştiği söylenebilir. Osmanlı devletinde yaşanan mali krize ve zorluklara rağmen eğitim yüzyılı olarak ilan edilen dünyadaki eğitim yarışına Osmanlı Devleti de dâhil olmuştur.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ EĞİTİM 
        
            II. Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı Devleti’nde birbiriyle ilgisi olmayan farklı felsefe ve müfredata sahip üç okul sistemi bulunmaktaydı. Bu okullar medrese ve sıbyan mektepleri, Maarif Nezaretine bağlı laik okullar ve özel okullar olmak üzere üçe ayrılmaktaydı. II. Abdülhamid devrine şahitlik eden devlet eğitim sistemi şu şekildedir. Devletin, bir genel eğitim politikası vardır. Bu, hükümette bir maarif nazırının bulunması ve bütçeden eğitim için finanse edilecek bir paranın ayrılmasından anlaşılmaktadır. Bu politikanın amacı ise kız ve erkek çocuklara özel olarak ilk, orta ve yüksek öğrenim bölümlerini içeren bir eğitim sistemini geliştirmekti. Bu amaç mukabilinde orta ve yüksek dereceden meslek ve teknik okullar açılmıştı.
II. Abdülhamid Dönemi Eğitim Teşkilatı 

         1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde oluşturulan merkezi teşkilat yapısı 1872’de bazı düzenlemeler yapılarak I. Meşrutiyetin ilanına kadar süregelmişti. Kanuni Esasi hükümleri arasında eğitimle ilgili mevcut hükümler de yer almaktaydı. Birinci Meclis-i Mebusan’ın açılışında, yapılacak her türlü ıslahatın ülkenin her anlamda gelişmesinin sadece ilim ve eğitim sayesinde gerçekleşeceği üzerinde ısrarla durulmuştu. Eğitim ve Öğretim, Kanun-i Esasi ‘de bir emir olarak devletin görevleri arasında öngörülmüş ve eğitim düzenlenmediği taktirde, diğer alanlarda yapılacak ıslahatın başarılı olamayacağı açıkça dile getirilmiştir. Fakat 1877 Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle yaşanan mali sıkıntılar eğitim alanında yapılacak düzenlemelerin ertelenmesine neden olmuştur. 1879 yılında çağın gereklerine uymakta zorluk çeken Maarif Nezareti modern bir hale getirilmiştir. II. Abdülhamid döneminde eğitim merkez ve taşra teşkilatı olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Ancak merkez teşkilatının taşra maarifini denetlemesinde problemler çıkması nedeniyle taşra-merkez arasındaki ilişkiyi kuvvetlendirmek amacıyla bünyesindeki müfettiş sayısı artırılmıştır. 1886 yılına gelindiğinde ise yeni daireler açılmıştır. Bunlardan biri müfettişler bölümüne dâhil edilen Milel-i Gayrimüslime ve Ecnebiye Okulları Müfettişliği’dir. Diğeri ise Mekatib-i İdadiye Müfettişlikleridir. Eklenen iki daireden şu sonuca ulaşabiliriz. İdadi Müfettişliğinin açılması, bu okulların ne denli arttığını ve teftişe ihtiyaç duyduğunu gösteriyordu. Gayrimüslim ve ecnebiler için müfettişlik açılması ise bu okulların zararlarını engel olmak için sık aralıklarla denetimin şart olduğunu göstermekteydi. Bu tarihe kadar bu okulların kontrolü ve denetimi yapılamadığından ötürü zararlı faaliyetleri etkisini gösteriyordu. 
          II. Abdülhamid devrinde, eğitim alanında yapılan en önemli hizmetlerden biri de vilayetlere kadar eğitimin ulaştırılmasıdır. Tanzimat döneminde İstanbul dışında okullar açılamamıştı. Ancak 1878 yılından itibaren imparatorluğun her köşesine devlet tarafından eğitim hizmetleri yaygın bir şekilde verilmeye başlanmıştı.

II. Abdülhamid’in Eğitimle İlgili Görüşleri 
     
         II. Abdülhamid devletin güçsüz olduğunun bilincindeydi ve bunu çoğu kez belirtmişti. Devlet, finansal alanda güçsüz olduğu kadar eğitim alanında da güçsüzdü. II. Abdülhamid’in en çok üüzüldüğü konulardan biri de Müslüman halkının cehaleti ve eğitimsizliği idi. II. Abdülhamid, halkın aydınlanmasına büyük önem veriyordu ve yaptığı işlerin özünde ‚''Maarif bütün ilerlemelerin hazırlayıcısıdır.'' sözü yatmaktaydı. II. Abdülhamid, tahta geçtiği yıllardan itibaren hemen her yerde okul açmıştır. II. Abdülhamid, devletin okullarından yetişecek dindar ve ilime gayretli gençlerin devletin geleceğini inşa edeceğini düşünüyordu. II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’nin temelini İslamiyet olarak görüyordu. Devletin geleceğini İslamiyet’in gücüne bağlıyordu.Gençlerin İslam ahlakı açısından yetersiz yetişmeleri halinde öğrencilerin ülkenin menfaatini sağlayamayacağı fikrine hakimdi. II. Abdülhamid dönemi, müfredatta İslamiyet’e daha güçlü bir vurgu ile birlikte, eğitimde artan bir kurumsal modernleşme sürecini de içinde barındırmaktaydı. Temel modern araçlar olarak kullanılan ders kitapları ve öğretmenlerin mektep içi davranışlarını tertipleyen ayrıntılı nizamnameler hazırlanmıştır. Sultan II.Abdülhamid, devlet okullarında yetişecek gençlerin İslami hamiyete ve devlete sadakate uygun davranış özelliklerine hakim bireyler olarak yetişmelerini amaçlıyordu. 
         Bu dönemde öğrencilerin İslamiyet vurgusu altında yetiştirilmek istenmesinin altında önemli nedenler bulunuyordu. Yabancı devletler tarafından açılan okullar hangi dine mensupsa öğrencilere derslere o dinin ibadetlerini yaparak başlıyorlardı. Müslüman ailelerin çocuklarını bu okullara göndermek istemesinin en önemli sebebi, bu okulların eğitiminin yabancı dilde eğitim vermesi ve devlet okullarıyla kıyaslandığında gerek eğitim yönünden gerekse dersliklerin fiziki ortamı açısından modern oluşu yatmaktaydı. Devlet okullarının sınırlı bütçelerle kurmaya çalıştıkları okullar karşısında yabancı okullarla mücadele etmesi çok zordu. 
         Dönem içerisinde alınan önlemlerden biri de nahiye merkezlerinde açılması düşünülen bölge ilkokullarıydı. Anadolu’da özellikle Doğu Anadolu’da köylerin küçük ve dağınık olması sebebiyle devlet tarafından okul yapılması finansal açıdan bütçeyi zorluyordu. 1896 yılından itibaren bölge ilkokulları önerisi ortaya atıldığında hükümet tarafından yeni usulde yapılacak eğitimin faydalarını da göz önünde bulundurarak maarif bütçesinden maaşları karşılanmak üzere öğretmen bulunması hakkında karar verilmişti.

İlk Öğretim

          Bu dönemde kanuni olarak ilk öğretimin zorunluluğu ilan edilmiştir. Merkez ve taşrada ilk öğretimin yayılması için çalışılmıştır. Öğretim sisteminde teklik sağlanmış ve iptidai okullarının sayısı artırılmıştır. Devrin siyasi hareketi olarak halkın kalabalık olduğu yerlerde ilk öğretime ehemmiyet verilmiştir. Açılan gayrimüslim ve cemaat okullarının siyasi ve çocukların dini eğilimlerine zarar vermelerini önlemek amacıyla hem açılan okul sayısı arttırılmış hem de gayrimüslim çocukların da bu okullarda okutulması konusunda resmi kararlar alınarak eğitimin kitlelerce ulaşılabilmesi gayesi hedeflenmiştir.
          Vilayetlere eğitimin götürülmesi ve yaygınlaştırılması II. Abdülhamid devrinde gerçekleştirilebilmiştir. Arşiv kaynaklarına göre devleti vilayetlerde eğitim atılımına yönelten sebepleri şu şekilde özetleyebiliriz: Eğitimin imparatorlukta yayılmasının ancak iptidai okulların açılmasıyla ve yeni öğretim yapan okulların sayısının çoğalmasıyla sağlanabileceği, imparatorlukta sayıları çok fazla olan fakir çocukların en azından ilk tahsillerini yapmaları gerektiği amacı bulunuyordu.
Orta Öğretim, Yüksek Öğretim

           Orta öğretim ve yüksek öğretim eğitim kurumlarıyla ilgili genel kaynaklara göz attığımızda II. Abdülhamid'in yaptırdığı okulların adlarına ulaşabiliyor iken bu okulların konumları, bütçe planları, sistemdeki düzenlemeleri v.b. ayrıntılı düzenlemelerin fazlaca saptırılmış, gerçeklerin dolaylı veya abartılmış olarak yansıtılması sebebiyle yanlış bilgi vermemek adına ulaşabildiğimiz okulların adlarını yazmayı uygun görüyoruz. Bilgi verirken ayrımcılığa, kin ve düşmanlığa yöneltici olmamak adına düşünsel değil, yalnızca tarihsel bilgiyi aktarıyoruz.
         
  • Hukuk Fakültesi açıldı
  • Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı
  • Ticaret Fakültesi açıldı
  • Yüksek Mühendislik Fakültesi açıldı
  • Dârülmuallimât (Kız Öğretmen Okulu) açıldı
  • Bütün yurtta İdadiler (Lise) açılmaya başlandı
  • Halkalı Ziraat ve Veterinerlik Fakülteleri açıldı
  • Aşiret Okulu açıldı
  • Bütün yurtta Rüşdiyeler (Ortaokul) açılmaya başlandı
  • Dünyanın ilk dişçilik okulunu kurdu.
  • Paris’te İslam Külliyesi kurdu.
  • Maden Fakültesi açıldı
  • Şam Tıp Fakültesi açıldı
  • Haydarpaşa Askeri Tıp Fakültesi açıldı
  • Pekin’de Üniversite kurdurdu. (Dar’ul Ulum’il Hamidiye = Hamidiye Üniversitesi)

Suriye Mercidabık Savaşı

  • Savaş Tarihi : 24 Ağustos 1516
  • Savaşan Devletler : Osmanlı Devleti - Memlükler
  • Kazanan : Osmanlı Devleti
Mercidabık Savaşı
Osmanlı Devleti ile Memlükler arasında Mercidabık Ovası'nda meydana gelen ve Osmanlı’nın zaferiyle sonuçlanan Mercidabık Savaşı, Yavuz Sultan Selim’in Memlükler ile yaptığı ilk ve kesin sonuca ulaştığı savaştır. Çaldıran Savaşı sonucu elde edilen zafer ile bölgede hâkimiyet sağlayan Sultan Selim, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki hâkimiyetini arttırmak için giriştiği faaliyetler, aynı bölgede bazı şehirleri elinde bulunduran Memlükler’i tedirgin etmeye başlamıştı. Osmanlılar ile Memlüklerin bu son karşılamasından önce de meydana gelen farklı sürtüşmeler ve husumetler vardı. Osmanlı ile aynı amacı ilke edinip Safeviler’den kalan eksikliği doldurma gayretine giren Memlükler, Yavuz’un sınır bölgelerindeki hareketlerini dikkatle gözlemliyorlardı. Selim ise Anadolu’ya tamamıyla hâkim olmanın ancak Memlükler’in ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağına inanıyordu. Bununla birlikte Suriye ve Mısır’ın ele geçirilmesinin kendisini İslam dünyasında tek lider haline getireceğini ve bununla birlikte tarihi ticaret yollarında tam denetim kurma yolunu açacağını hesaplıyordu. Aynı zamanda Portekiz tehlikesi altında olan kutsal toprakların bu planla güvence altına alınacağı düşünülüyordu. Tam bu zaman aralığında Memlüklerin, Şah İsmail’in elçisini kabul etmesi ve onlarla iletişim kurması, Sultan Selim’in geçmişten beri planladığı sefer için önemli bir bahane oluşturdu.
Tüm bu olaylar ışığında Sultan Selim, veziriazamlığa getirdiği Hadım Sinan Paşa’yı önden bölgeye yolladı, takip eden zaman diliminde de kendisi İstanbul’dan harekete geçti. İstanbul’dan ayrılmadan önce, Rumeli Kazaskeri Molla Zeyrekzade Rükneddin ile Karaca Paşa’yı Memlük sultanına göndererek hareket planının Safeviler’e karşı olduğunu belirtti. Anadolu’da bir araya gelen Sultan Selim ile Sinan Paşa birlikleri ilerlerken Memlük Sultanı tarafından Osmanlı hareketlerinin takip edildiği öğrenildi. Bu durum üzerine seferin artık Mısır üzerine yapılacağı bilgisi aktarıldı ve Memlük sultanı Safeviler’in hamisi olmakla suçlandı. Haberi alan Memlük ordusu Halep’ten yola koyularak Mercidabık Ovası'nda konakladı. Burada 24 Ağustos 1516 sabahı iki ordu karşı karşıya geldi. Büyük bir mücadeleye sahne olan savaş aynı günün ikindi vakti Osmanlı Devleti’nin zaferiyle son buldu. Memlük ordusu geri çekilerek dağıldı. Memlük sultanı Kansu Gavri savaş meydanında öldü ve aralarında belli başlı büyük emirlerin de bulunduğu birçok Memlük kumandanı esir alındı ya da maktul düştü. Bu savaşın kazanılmasıyla birlikte Osmanlılar Suriye, Lübnan ve Filistin’in hâkimiyetini sağlayarak Mısır yolunu açmış oldu. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bölgelerde hâkimiyet sağlamlaştı ve Memlükler tarih sahnesinden silinmiş oldu.

12 Aralık 2018 Çarşamba

Padişahların bilinmeyenleri

Osmanlı padişahları denilince genellikle gözümüzün önüne gürleyen ve savaş meydanlarında kılıcını çekip cengaverlik yapan siyasi-askeri liderler gelir.Oysa gayet tabiidir ki,onların da her insna gibi duygusal-estetik bir hayatları vardı.
OSMAN GAZİ 
Ayakta dururken elleri dizlerini geçerdi. Bu tariften ya bacaklarının kısa ya da ellerinin normalden uzun olduğunu anlıyoruz ki,bu vücut yapısı Halife Abdülmecit’e kadar 600 küsür yıl boyunca yaşamıştır. Bir giydiğini bir daha giymezdi. Sebebi müsrifliği değil, başka birini yani bir garibanı sevindirmekti. Birisi elbisesine dikkatlice baksa hemen çıkarıp ona bağışlardı


Yemek sırasında değil ama yemekten önce müzik dinlerdi. Bazı kaynaklar onun pehlivanlık yaptığını ve gayet sağlam bir silahşor olduğunu yazar. Eski bir Türk kabile adeti vardı; Hıdrellez günü aşiret reisinin evi yağmaya açılırdı. Bey ile hanımı yanlarına hiçbir şey almadan evlerinden çıkarlar ve arkalarından aşiret mensupları hücum edip evi yağmalardı. Buna ‘Bey evinin açılması’denirdi.Osman Gazi’de yılda bir gün evini hücuma açardı.


ORHAN GAZİ
Osmanlı padişahları içinde 36 yıl süre ile en uzun hükümdarlık yapan üçüncü sultandır. Orhan Bey’in bir özelliği de, yüz kadar kaleye hakim olması ve çoğu zamanını bunları dolaşmakla geçirmesidir.Bir seyyahın dediğine göre hiçbir şehirde bir aydan fazla durmazmış. Salı ve Perşembe günleri oruç tutar, Mevlana hazretlerine hürmeten başına sikke giyer ve üstüne de bir beyaz sarık sarardı.
I.MURAD(Hüdavendigar)
Batı kaynaklarında hayırhah bir hükümdar, yorulmak bilmeyen bir avcı ve kibar bir şövalye olarak öne çıktı ve ‘doğruluğun simgesi’ olarak tanındı. Özel bir kütüphanesi olduğunu bildiğimiz ilk Osmanlı padişahıdır. Mevlana’ya karşı aşırı bir sevgisi bulunuyordu. Bir görüşe göre ‘hünkar’ ve ‘hüdavendigar’ unvanlarını almasında bu derin sevginin etkisi vardır. Bizzat savaş meydanında, uğradığı bir suikastla şehit edilen tek Osmanlı padişahıdır.
YILDIRIM BAYEZİD 
Bayezid bir senede Sinop’tan Eflâk’a geçip, bir yılda yıldırım gibi yedi kere yetiştiği için Emir Sultan Bursa’da ‘Bayezid im, sen Yıldırım oldun” demiş ve adı Yıldırım Bayezid Han olmuştur. Ava ve avcılığa son derece meraklı olduğu bilinen hünkâr aynı zamanda iyi bir pehlivandır. Tarihçiler silah kullanmaktaki maharetini ve ata binmekteki ustalığını anlata anlata bitiremez.
Kaynaklarda şiir yazdığı söylenen ilk padişahtır ve şiirlerinde ‘Yıldırım mahlasını kullanmıştır. Bir özelliği de İstanbul’u ilk kuşatan Osmanlı padişahı olmasıdır. Hatta bir değil birkaç defa kuşatmıştır. Bayezid’in gümüşten büyük bir havuzu varmış ve gusül abdestini bu havuzda alırmış. Ulucami’nin ortasında çağlayan havuz onun su sevgisinin iyi bir kanıtıdır. Timur’a esir düşen Bayezid’in yüzüğünün kaşındaki zehiri içerek intihar ettiği söylense de, aslında o kahrından ölmüştür.
ÇELEBİ MEHMET 
Osmanlı’yı Timur fetretinden çıkaran hünkâr devletin ikinci kurucusu olarak bilinir. Şehzadeliğinde ‘Güreşçi Çelebi diye anılmıştır. El sanatı olarak urgancılıkla(kalın ip)iştigal etmiştir. Haremeyn’e (Mekke ve Medine) her yıl sürre alayı düzenlenerek hediyeler gönderilmesi uygulaması onun zamanında başlamış ve bu uygulama mali açıdan en sıkıntılı devirlerde bile yaşayarak 1.Dünya Savaşı sonlarına kadar devam etmiştir.
Her Cuma gecesi, öz malından yemek pişirtip yoksullara kendi eliyle dağıtırmış. Çelebi Mehmet babası gibi avcılığa meraklı biriydi. Nitekim Edirne’de bir av partisi sırasında yaban domuzu kovalarken attan düşüp belkemiği zedelenmek ve ardından vücuduna inmek suretiyle vefat ettiğini biliyoruz.
II. MURAD 
Musiki ve şiirden zevk alan padişah, sanatçılara ayrı bir önem vermiştir. Osman Gazi’nin hastalığından dolayı oğlu Orhan’a yerini bırakması istisna edilirse bir padişahın kendi isteğiyle tahtını başkasına bıraktığı tek örnek ona aittir. Tahtı oğlu Mehmed ‘e iki defa bırakmasında görüldüğü gibi olgunluk ve bilgelik dolu davranışları yüzünden bazı kaynaklarda Padişah-ı hakim(Bilge Padişah)olarak yazılmıştır.
FATİH SULTAN MEHMET 
Ulemaya daima saygı gösterir ve ilmin üstünlüğüne inanırdı. Venedikli Zorzi Dolfin’e göre az gülen, zeki, çalışkan, cömert, amacına ulaşmakta inatçı, her gün mutlaka kitap okuyan, Roma tarihini, Papaların hayatını, Heredot’un tarihini ve daha pek çok tarih kitabını okutup dinleyen, araştırmalar yapan eşsiz bir insandır. Tutku derecesine varan en önemli hobisi haritacılıktı. Şairliğiyle biline ilk Osmanlı padişahıdır. Şiirlerinde ‘Avni mahlasını kullanmıştır. Güzel sanatlara oldukça meraklıdır. Ok için parmağa takılan yüzükler, kemer tokaları ve kılıç kınları yapmıştır.Bir de değerli taş uzmanı olduğuna dair bir rivayet vardır.
Arapça ve Farsçanın yanında Yunanca ve Latinceyi anlayacak kadar da olsa biliyordu. Ağaç, sebze ve çiçek yetiştirmeye meraklıydı. Zaman zaman sarayın bahçesinde bahçıvanlık yapmıştır. Yemeklerini yalnız yiyen padişah bu adeti saraya getiren ilk kişidir. Yalnız İstanbul’da değil bazı diğer şehirlerde de okçuluk tesisleri kurdurmuştur.
II. BAYEZİD 
Şehzadelik yıllarında hat sanatına önem vermeye başlamıştır.Ardından tezhip sanatına yönelmiştir. Bir diğer önemli etrafı bestekârlığıdır. Kaynaklarda beset yaptığından bahsedilen ilk padişahtır. Çok iyi bir kemankeş yani okçu ve yay imalatçısıydı. Ata binmekten zevk duyardı. Dış fetihlere değil iç fetihlere yönelen hükümdar Osmanlı padişahlarının en dindarlarındandır.
YAVUZ SULTAN SELİM 
Tarih Yavuz’un özel ilgi alanıydı. Ayrıca Osmanlı padişahları içerisinde çok okumaktan dolayı gözlerinin bozulduğu ve bu yüzden mercek kullandığını bildiğimiz ilk Osmanlı padişahıdır. Geceleri 3-4 saat uykuyla yetinir,diğer zamanlarını okuyup yazmakla geçirirdi. Topkapı Sarayı’nda bulunan ve sol kulağında incili bir küpe görünen resim genellikle Yavuz’a atfedilirse de ona ait değildir. Kulağında küpe hele bu resimdeki gibi incili bir küpe taşıdığı söylenemezse de, bazı yerlerde menguş yani bakır bir halka taktığı rivayeti geçmektedir. Yavuz’un hobisi kuyumculuktu. Dil olarak Farsça, Arapça ve Tatarcayı öğrenmişti. İyi yay yapmayı, ok atmayı çocuk denecek yaşlarda öğrenmişti. Çok mahir bir avcıydı.
Aynı zamanda bir koleksiyon'erdi Kutsal emanetler koleksiyonu vardı ayrıca Topkapı Saray'ındaki çini koleksiyonununda çok önemli bir kısmı ona aittir. ‘İki Şerefli Şehrin
(Mekke ve Medine) Hâkim'i unvanını kabul etmemiş ‘Hakim’ yerine ‘Hadim’ yani ‘Hizmetkar’ denilmesini istemiştir. Bazı kaynaklarda Mevlevi olduğu yazılır.
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN
Divan edebiyatının en fazla gazel yazan şairi unvanını açık farkla elinde tutar. Çağının en şık giyinenlerindendir ve mücevherlere merakı had safhadadır. Babası Yavuz gibi kuyumculuğa meraklıydı. Ayrıca Fatih gibi değerli taşalara tutkundu. Kaliteli bir müzik kulağına sahipti ve iyi bir hat ustasıydı.
Arapça, Farsça, Tatarca ve Çağatayca'yı öğrenmişti. Seramik meraklısıydı. Kavaf(haffaf)yani kundura imalatçısıydı. Hemen her kaynak nikris (gut veya damla) ve artrit hastalıklarından mustarip olduğunu yazmaktadır. Ölüm'ünede bu hastalıklar sebep olmuştur. 46 yıl padişahlık yapan Kanuni Osmanlı tarihinde en uzun süre hükümdarlık yapan kişi olmuştur.


III. MURAD 
İyi silah kullanan ve iyi ata binen ve ava meraklı olan 3.Murad’ın boş zamanlarında ok başı imal ettiğini biliyoruz. İlginç özelliklerinden birisi, ağzından ‘Hayır’ sözünün nadiren çıkmasıdır. Dünya tarihine özellikle hükümdarlarının yaptığı savaşlara ilgi duyduğu bilinir. Saatlere özel merakı vardır.


Toplam 49 çocuğu doğmuş ve hiçbiri yaşamamıştır. Yılın yedi mübarek gecesi olan Regaib, Mevlit, Miraç, Kadir, Ramazan ve Kurban bayramları ile Berat gecelerinde camilerde kandil yakılması uygulaması, onun emriyle başlamıştır.
I.AHMED 
O tarihe kadar en genç yaşta tahta çıkan hükümdar kimliğiyle tanınır.Onun rekorunu 7 yaşında tahta çıkan torunu IV.Mehmed kıracaktır. Talihi neredeyse 14 rakamı üzeriden kurulmuştur.14 yaşında tahta çıkmıştı.14.Osmanlı padişahıydı ve 14 yıl padişahlık yapmıştı. Öldüğünde ise 28 yaşındaydı. Tahta çıktıktan sonra sünnet olan ilk Osmanlı padişahıdır. İyi bir kaşık ustasıdır. Yetim malları için ayrı bir hazine teşkil edip yardımlarını o hazineden yapmıştır.
I.MUSTAFA 
İki kez tahta çıkmasına rağmen annesinin adı bilinmeyen tek Osmanlı padişahıdır. Oysa valide sultanlar Osmanlı saray hiyerarşisinin zirvesinde yer alırlardı. En fazla bilinen özelliği kadınları asla yanına yaklaştırmamsıdır.
IV. MURAD 
Acımasızlığı ve uyguladığı tütün, içki ve afyon gibi yasaklara karşı gelenelri öldürtmesiyle tanınır. Büyücülere, falcılara ve remilcilere karşı büyük çaba sarf etmiştir. Satranç ve dama oyunlarına meraklıdır. Koşu halindeki attan başka bir ata atlayabilecek kadar iyi bir biniciydi.
IV. MEHMED
39 yıllık saltanat süresiyle Kanuni den sonra en uzun süre tahtta oturan padişah unvanına sahiptir. Bir başka özelliği de7 yaşında cihan devletinin aşına geçmesidir. Bedeni sağlamlığıyla meşhurdur. Bir av sırasında 20 saat at üstünde kaldığı ve yorulmadığı söylenir.
I.MAHMUD
 Lale Devrinin etkisinden olacak lale yetiştirmeye ve satranç oynamaya meraklıydı. Meslek zenginiydi hilal'ci, mühür kazıcısı ve kuyumcuydu. Onu kitaplara ve kütüphane yaptırmaya en fazla önem veren padişah olarak nitelendirebiliriz. Ayasofya, Fatih Süleymaniye camileriyle Galata Saray'ında kütüphaneler yaptırmıştır. Osmanlı Devlet'indeki ilk madalya 1.Mahmud zamanında çıkarılmıştır.
III. OSMAN
 Sinirli ve taşkın karakter'liliğinin yanı sıra ayrıca kimseye güvenmeyen bir yapıya sahipmiş. Boş zamanlarında marangoz'culukla uğraşırdı. 3 yılı bulmayan saltanat hayatında 7 büyük İstanbul yangını sığdırdığı için ‘Yangınlar Padişahı’ diye anılmıştır. Kıyafetini ve görünümünü değiştirerek sık sık halk arasına girip onların dertlerini dinlemiştir.
III.MUSTAFA
 Para basma işine yani sikkezenliğe meraklıydı. Gözleri pek iyi görmezdi. Talihe fazlasıyla inanan padişah astrolojiyle ilgilenirdi. Yaptırdığı üç büyük caminin hiçbiri kendi adıyla anılmaz. Üç cami yaptırdım; birini-bugünkü Fatih Cami-atam yani Fatih Sultan Mehmed, birini-Laleli Camii-meczup-Laleli Baba-,birini-Üsküdar’daki Ayazma Camii-su aldı diyerek çevresindekilere dert yanarmış.
II. MAHMUD
Resmi halka sevdirmeye çalışmıştır. Avrupalı yemek adetlerine eğilim gösteren 2.Mahmud, aynı zamanda kendisine çatal-bıçak takımı hediye edilen ilk Osmanlı padişahıdır. Memurlara fes giyme mecburiyeti getirmesi gibi radikal kararları yüzünden halk arasında ‘Gâvur Padişah’ olarak tanınmıştır.
V.MURAD
93 günlük süreyle Osmanlı tarihinde en kısa padişahlık yapan hükümdar olmuş ve bu süreyi de tecennün(cinnet)halinde geçirdiği için Osmanlı tarihinde önemli bir etkisi görülmemiştir.
II. ABDÜLHAMİT
Onun döneminde halkla birlikte bir modernleşme yoluna gidilmiştir. Şehzadeliğinde piyano ve Batı müziği dersleri aldı ve keman çaldı. Modern bahçe bakımına ilgi gösterdi. Sedef ve fildişi kakma, oyma ve süsleme işlerindeki maharetinin aynı sıra usta bir marangozdu. Antika koleksiyonuna sahipti. Padişahın başka bir merakı da polisiye roman okumak daha doğrusu okutmaktı.
Seyahat edemediği için bütün dünyaya ait seyahatnameleri tercüme ettirip okutmuştur. Fotoğrafçılığa merakı vardı, ama kendisinin fotoğraflarının çekilmesinden hiç hoşlanmazdı. Saat tamirciliğinde ustaydı. Özenli ama sade giyinen padişah pantolonu namaz kılarken kırıştığı için günde iki üç defa elbise değiştirirdi.
VI. VAHDETTİN
 Hain mi yoksa kahraman mı diye hala tartışılan Sultan Vahdettin devletin en zor anında padişah olmuştur. Gözlük kullanan ilk ve tek Osmanlı padişahıdır. Genellikle askeri üniforma giyerdi. İleri derece de güvercin merakı vardı.
Kanuni Sultan Süleyman Babası ve dedesinin aksine şık, süslü ve haşmetli giyinmeyi severdi. Serasere ve diba giyer, üstünde çok fazla zenginlik ve ziynet eşyası bulunurdu. Değişik değişik “çakşırlar” giydiği için Yavuz onu sarayda “Çakşırlı” diye çağırırdı. Hatta bir seferinde yine ihtişamlı elbiseler içinde görünce oğluna takılmış ve “Anana giyecek bir şey bırakmamışsın” diye alay etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman, babası Yavuz gibi kuyumculuğa meraklıydı; ustalığı o derecedeydi ki, İtalyan kuyumculuk sanatının örneklerini tanıyacak ve uygulayacak kadar mükemmeldi.
III. Murad
 Bazı yayınlarda kadınlara aşırı derecede düşkün olduğunu yazılmaktaysa da, 102 çocuğu olduğu ve haremde aynı anda 50 beşik sallandığı gibi bilgiler kesinlikle hayalîdir. Toplam 49 çocuğunun doğduğu ve hepsinin de yaşamadığını biliyoruz. Öldüğünde ise 7 cariyesinin hamile bulunduğu rivayeti daha akla yatkın gelmektedir. Sarayda bilinen ilk ikiz doğum vakası da onun hareminde gerçekleşmiş, Cihangir ve Süleyman adlarını taşıyan şehzadelerden ikisi de henüz yaşlarını doldurmadan ölmüşlerdir.
II. OsmanSultan II. Osman çocukluğundan itibaren saraçlığa ilgi duymuş ve bindiği atların eyerlerini genellikle kendisi imal etmiştir. Öldürülmek üzere yeniçerilerin eline geçtikten sonraki son yolculuğunda eyersiz bir ata bindirilmiş olması ise tarihin en acı alaylarından biri olsa gerektir. Bir padişahın canına -hele bu denli feci bir şekilde- kıyılmış olması hiçbir şekilde tecviz edilemez. Ancak efsaneleşen talihsiz ölümüne biraz da kendi gençliğinin ve siyaset bilmezliğinin sebep olduğunu, en azından darbe için fırsat arayanlara zemin hazırladığını da unutmamak gerekir.
KAYNAK:*Ayda Sarıkaya 
                   *Haber7.com