Cevasis
CEVASİS'in Anlamı Gizli şeyleri araştıranlar. Gizlilikleri öğrenip bilenler.
16 Aralık 2018 Pazar
14 Aralık 2018 Cuma
Bergama'dan Çalınan Zeus Sunağının Hikayesi
Pergamon Krallığı'ndan Çalınan Zeus Sunağı
Zeus
sunağı, İzmir’in Bergama ilçesinde bulunmuş, M.Ö 2. yüzyılda
Pergamon Krallığını yöneten Attalos hanedanı tarafından inşa
edilmiş mermer bir dinsel anıttır. Yunan tanrılarının devler
ile olan savaşını anlatır.
Şimdi
sizlere bahsi geçen antik krallığın izlerinin nasıl ve kimler
tarafından Anadolu topraklarından kaçırıldığından söz
edeceğiz.
Geçmişten
günümüze Türk milletinin yaşamış ve yaşamakta olduğu kadim
topraklarda yüzlerce belki de binlerce halk toplulukları
yaşamıştır. Bunu gerek tarihi kaynaklardan gerek bahsi edilen
toplulukların geride bıraktığı zamanın şahitlik etmiş olduğu
kalıntılardan da görmekteyiz. Peki ya kaynaklara yanlış not
edilmiş ya da hiç not edilmemiş tarihi gerçekler nerede?
Birçoğumuz belki de cevabı doğru verecek. Evet, cevap Avrupa,
Amerika, Rusya ve nice ülkeler bu listeye dahil olacak. Gelin biz de
bugün tarihi antik Pergamon Krallığı Zeus sunağının Almaya’ya
kaçırılış hikayesine şahitlik edelim.
Osmanlı
tarihinde ilk kez borçlandığı Kırım Savaşı’nın ardından
başlayan 20 yıllık borç alma süreci ve geri ödemede yaşanan
sıkıntılar neticesinde, Almanlar’a 1860’dan sonra ilk başta
demir yolu olmak üzere çeşitli alanlarda imtiyaz tanınmasına
mecbur kalmıştır. Almanlar ise yaptıkları tüm demir yolları ve
güzergahlarının 20 kilometre civarında bulunan her türlü maden
ve tarihi eseri gizli kazılar aracılığı ile yasalar olmasına
rağmen ülkelerine kaçırma fırsatını elde edebilmişlerdi. O
zamanlar (18.yy) Avrupa’da da çeşitli ülkelerde olduğu gibi
sanat ve kültürel ilginin reform aracılığı ile artması
nedeniyle müzeler bulunmaz bir nimet sayılmış, dünyanın dört
bir yanından getirilecek eserlerle daha da fazla ilgi çekmeleri
kaçınılmaz olacaktı. Almanlar da bu fırsatı tabi ki
değerlendirmiş ki o dönemde arkeolog olmamasına mukabil olarak
demiryolları inşaatları için gönderilen mimar ve mühendisleri
aynı zamanda arkeolojiye ilgili kişilerden özenle seçmişti.
Carl Humann |
Carl
Humann da o dönemlerde Anadolu’ya gönderilmiş bir mühendis ve
mimardır. Berlin Kraliyet Akademisi’nden mezun olduktan sonra
Osmanlı’nın Sisim adası gibi çeşitli bölgelerine gidip kazı
çalışmalarında da yer almıştır. Adadan ayrılmasından sonra
ilk olarak İzmir’e, ardından İstanbul’a gelerek Sadrazam Fuat
paşa ile yakın ilişkiler kurmuş ve birlikte sık sık gezilere
çıkmışlardır.
Sadrazam Fuat paşa |
Humann,
özenle seçilmiş bir arkeoloji meraklısıydı ancak onu daha da
ilginç kılan bir tutkusu vardı, Zeus sunağı. Humann, bölgede
toprak altında yatan bir Zeus sunağı olduğunu çok iyi biliyordu.
İncil’de bile yerini almış Bergama Zeus Tapınağı onun için
bir saplantı olarak aklında yer etmeyi başarmıştı. Bu nedenle o
yıllarda gittiği her yerde bu tutkusunu hissettirmeden de olsa bu
eşsiz tapınağı araştırmayı es geçmemişti.
Humann,
tapınağı önceleri Sindel köyü ve yakınlarında arasa da bir
sonuca varamamıştı. Daha sonrasında yaptığı gezilerle ve
zamanla edindiği bilgilerle çevrede yaşayan insanlarla iyi
ilişkiler kurmuş, sonucunda ise Bergama çevresinde bulunan eski
kalıntılar hakkında ipuçlarına da ulaşmayı başarmıştır.
Humann, gizlice yürüttüğü araştırmalarının neticesini
Bergama Akropolü’ndeki Bizans duvarları arasında yer alan eşsiz
kabartmaları fark etmesiyle şaşkına dönmüş, bu
yapıların Zeus sunağına ait olması ihtimalini göz önünde
bulundurarak vakit kaybetmeden dikkat çekmeyen bir yer kiralayarak
Prusya Müzeler Müdürü Alexander Conze’ye bildirdi. Humann,
Conze’nin önerisiyle 1871 yılında kalıntıların bulunduğu
alanda gizli gizli kazılar yapmaya başlamış, her geçen gün
ortaya çıkan eşsiz kabartmalar karşısında daha da şaşkına
dönmüştü.
Nihayetinde sunağın mermer merdivenlerine ulaşan Humann, artık
Zeus sunağını bulduğundan emindi. O süreçte bulup bulabildiği
ne varsa kimseye belli etmeden Almanya’ya göndermeyi başarmıştı.
Yol yapımı için taş taşıma ihtiyacı duyması bahanesi ile
kurduğu kalabalık ekip sayesinde kazıyı bir üst seviyeye
çıkarmış katır ve develer yardımıyla da sandıklanan bütün
tapınak parçalarını Çandarlı körfezinden
İzmir’de
bekleyen Alman gemilerine taşımayı başarmıştı. Fakat bu zorlu
koşullara bir yenileri daha ekleniyor işler kolaylıkla
yürümüyordu. Kullanılan köprülerden birinin bu zaman içerisinde
kullanılamaz
hale gelmesinin
ardından daha büyük bir problemle de karışlaşan Humann,
köylülerin birşeylerin ters gittiğini farketmesiyle daha büyük
bir endişeye kapılmıştı. Birgün Bergama halkı toplanıp sandık
sandık taşıma yapan bu kervanın yolunu kesti. Humann, daha da
büyük bir korkuya kapılarak devreye Alman konsolosluğunu ve
dolayısıyla Alman hükümetini de soktu. Almanya’ya karşı büyük
borç içinde olan Osmanlı’nın eli kolu bağlanmış duruma
müdahale edemeyerek Almanya’nın talebiyle halkı yatıştırmak
için bölgeye bir paşa ve bağlı bir silahlı birlik yolladı.
Paşa’nın telkinleriyle sindirilen halk susturuldu. Çünkü paşa
da Anadolu’yu ve insanını iyice öğrenmiş Almanlar tarafından,
Bergama’ya geldiği ilk gün itibariyle güzel bir şekilde
ağırlanmış, adeta ağzına bir parmak bal çalınmıştı.
Humann,
o dönemde yazdığı kendi günlüklerinde her parçayı korku
içerisinde Almanya’ya nasıl kaçırdığını büyük bir
soğukkanlılıkla anlatmaktadır. Human yaptığı kaçak kazılar
nedeniyle çoğu kez endişeliydi. Sunak Almanya’ya taşındıktan
sonra bölgede daha detaylı bir kazı yapma amacıyla Alman hükümeti
sayesinde Osmanlı devletinden formaliteye dayalı bir kazı izni
aldı. Oysa kaçak kazılar, resmiyete döndüğünde sunak çoktan
Almanya’ya taşınmıştı. Bugün Zeus Sunağı ile ilgili olarak
Almanların kazılar için aldıklarını söyledikleri belgeleri
hiçbir şekilde ortaya koymamalarının sebebi budur.
Daha
sonra Zeus Sunağının bulunduğu haberi tüm arkeoloji dünyasında
yayıldı ve büyük bir sükse yarattı. Sunağı kendi müzelerine
götürmek isteyen ve olmayan geçmişlerini Anadolu’dan çaldıkları
binlerce tarihi eserle süsleyip, kendi kültürlerini geçmişin bu
eşsiz kültürüyle bağlama kurgusu içerisinde yanıp tutuşan
Avrupa ülkeleri arasında büyük bir yarış başladı. Bu büyük
yarış içerisinde o dönemde ülkemizden sayısız tarihi eseri
yağmalayan ve çalan İngiltere de vardı. Fakat yarışı kazanan
Almanya oldu. Zeus tapınağı binden fazla tahta kasa içerisinde
önce katırların ve develerin çektiği bir kervanla, geceler
boyunca Bergama’dan Ege denizi kıyılarına uzanan çamurlu
yollarda, daha sonra da her parçasıyla birlikte, Çandarlı
limanından Alman savaş gemilerine yüklenmek üzere oldukça zorlu
bir yolculuktan sonra İzmir Limanına doğru denize açıldı.
Günümüzde
Zeus Sunağı’nı topraklarımızdan çalan Almanlar’la
giriştiğimiz hiçbir hukuk mücadelesi sonuç vermemiştir. Aynı
şekilde Anadolu topraklarından sayısız tarihi eser çalan
İngiltere ile de girdiğimiz her hukuk mücadelesi sonuçsuz
kalmıştır. Bugün yurtdışındaki müzelerde sergilenen
eserlerimizin ait oldukları yerlere geri dönmelerinin tek yolu,
İngiliz ve Almanların, müzelerimize ve ören yerlerimize
girmelerinin sınırlandırılmasıdır. Aynı şekilde, bugün
birçok ören yerinde kazı yapmaya devam eden Alman ve İngiliz ve
daha nice yabancı arkeoloğun Türkiye topraklarında kazı
yapmaları da yasaklanmalıdır.
Aksi
halde Berlin'deki Pergamon Müzesi’nin, ziyaretçilerine
İngilizce, Fransızca ve Türkçe olarak; '’Köylüler bu eserleri
ufalayıp, toprağa katarak yeni ev yapıyorlardı , bunun için bu
sunak burada.’’ şeklinde gayri ahlaki propaganda yapmakta
olduğu gibi niceleri de bu propagandalara dahil olmaya cesaret
edeceklerdir.
Berlin'deki Pergamon Müzesi |
Günümüzde
Yurt Dışına Kaçırılmaları Sebebiyle İstediğimiz Tarihi
Eserler:
-ABD’den:
Kumluca Eserleri, Herakles Heykeli, Getty Museum ve Lydia Eserleri.
-Almanya’dan:
Bergama Zeus Sunağı, Aphrodisias İhtiyar Balıkçı Heykeli, Konya
Beyhekim Camii Mihrabı, Hacı İbrahim Veli Türbesi Sandukası,
Troya Hazineleri.
-Danimarka’dan:
Diyarbakır Müzesi Sfenks Figürini, Akşehir Seydi Mahmut Hayrani
Türbesi’ne ait sanduka, Cizre Ulu Cami kapı tokmağı,
Nuruosmaniye Kütüphanesi’ne ait Kur’an sayfaları.
-Rusya’dan:
Troya Hazineleri.
-Fransa’dan:
II. Selim Türbesi çinileri.
-İngiltere’den:
Çalıntı Kur’an sayfaları, Victoria&Albert Müzesi’nde
bulunan Eros Başı, Samsat Steli, Halikarnas Mozolesi parçaları,
Knidos Aslan heykeli.
Etiketler:
arkeoloji,
bergama,
carl humann,
çalınan bergama zeus sunağı,
izmir,
kültür,
miras,
pergammom,
pergamon,
sadrazam fuat paşa,
sunak,
tarihi eser kaçakçılığı,
zeus
13 Aralık 2018 Perşembe
SULTAN II. ABDÜLHAMİD VE EĞİTİM
SULTAN II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ
EĞİTİM POLİTİKASI
Geçmişten günümüze değin tarih incelendiğinde, toplumların gelişmesinde rol oynayan önemli unsurlardan birinin eğitim olduğu söylenebilir. Özellikle, büyük alanlarda
yaygınlık göstermiş ve hakimiyetini kanıtlamış imparatorlukların kültürel kaynaklarını gelecek nesillere aktarmalarında ve kendi kültürleri ile bu nesle yol gösterici olmaları hususunda eğitimin
çok önemli bir araç olduğu görülmüştür. Eğitim ile bir toplumun modern çağa geçmesi
ve yeniliklere daha kolay adapte olabilmesi mümkün olmaktadır. Bu bağlamda eğitimi
önemli bir faktör olarak gören Osmanlı Devleti incelendiğinde, eğitim sistemi ve eğitim
kurumları ile ilgili yararlı bulgulara rastlamak mümkündür.
Bu makalede II. Abdülhamid döneminde eğitim alanında gelişen reformlar ele
alınmıştır. Eğitim alanında Osmanlı’da yapılan yenilikler ilk defa II. Mahmud döneminde başlatılmış, daha sonra Sultan Abdülaziz devrinde de eğitime yapılan yatırımlar sürdürülmüştür. Osmanlı devletinde eğitim sisteminin temelini medreseler oluşturmaktadır. II. Abdülhamid dönemine değinildiğinde eğitim sisteminin düzensiz olduğu görülmektedir. Bu noktada II. Abdülhamid’in eğitimi düzenlemek amacıyla merkezi bir sistem ortaya çıkarmıştır. Eğitimin yaygınlaştırılması için ülke genelinde her yerde okullar
açılmasını sağlamıştır. II. Abdülhamid, devletin geleceğinin, İslam ilkelerini benimseyen eğitimli
gençlerle mümkün olduğu kanaatini benimsiyordu. II. Abdülhamid döneminde ilk öğretim,
orta öğretim, yüksek öğretim alanında pek çok okul açılmıştır. Eğitime verilen önem sebebiyle kız ve erkek öğretmen okulları açılması sağlanarak eğitim kalitesi artırılmaya çalışılmıştır.
* Bu çalışma 1876-1908 Yılları Arası İstanbul’da Açılan Okulların Mali Kaynakları adlı yüksek lisans tezinden yararlanılarak türetilmiştir.
Eğitim bir toplumun en önemli değerleri arasında yer almaktadır. Toplumların gelişmesi ve ilerlemesi açısından bu ehemmiyetli görevi eğitimin üstlendiği söylenebilir. Eğitim toplumların en küçük parçası olan bireyi şekillendirerek ülke geleceğine yön verir. Osmanlı Devleti, eğitimin önemini kavramış ve eğitimde gelişmiş diğer dünya ülkelerini gözlemleyerek, ülkenin toplumsal ve ahlaki yapısına en uygun olabilecek eğitim sistemini geliştirmeye çalışmıştır.
Osmanlı Devleti’nde eğitim sisteminin temeli medreselerden oluşmakta idi. Medreseler, eğitim verilen ilk kurumlar olarak büyük bir öneme sahipti. Ancak ilerleyen dönemlerde ortaya çıkan bozulmalar medreseleri olumsuz yönde etkilemiştir. Bu eksiklikleri gidermek amacıyla Sıbyan Mektepleri açılmıştır. Sıbyan Mektepleri, her köy ve mahallede bulunmakla birlikte, burada dini ve ahlaki eğitim odaklı kurumlar olarak hizmet vermiştir.
* Bu çalışma 1876-1908 Yılları Arası İstanbul’da Açılan Okulların Mali Kaynakları adlı yüksek lisans tezinden yararlanılarak türetilmiştir.
Eğitim bir toplumun en önemli değerleri arasında yer almaktadır. Toplumların gelişmesi ve ilerlemesi açısından bu ehemmiyetli görevi eğitimin üstlendiği söylenebilir. Eğitim toplumların en küçük parçası olan bireyi şekillendirerek ülke geleceğine yön verir. Osmanlı Devleti, eğitimin önemini kavramış ve eğitimde gelişmiş diğer dünya ülkelerini gözlemleyerek, ülkenin toplumsal ve ahlaki yapısına en uygun olabilecek eğitim sistemini geliştirmeye çalışmıştır.
Osmanlı Devleti’nde eğitim sisteminin temeli medreselerden oluşmakta idi. Medreseler, eğitim verilen ilk kurumlar olarak büyük bir öneme sahipti. Ancak ilerleyen dönemlerde ortaya çıkan bozulmalar medreseleri olumsuz yönde etkilemiştir. Bu eksiklikleri gidermek amacıyla Sıbyan Mektepleri açılmıştır. Sıbyan Mektepleri, her köy ve mahallede bulunmakla birlikte, burada dini ve ahlaki eğitim odaklı kurumlar olarak hizmet vermiştir.
Eğitim alanında yapılan ilk reform hareketi, II. Mahmut’un Mekteb-i Tıbbiye ve
Mekteb-i Harbiye’yi açması olmuştur. Her iki
mektep de ilerleyen zamanlarda eğitim, siyaset ve toplumsal
dönüşümlerde rol alacak kadroları yetiştirmeyi amaç edinmiştir. Gülhane Hatt-ı
Hümayundan bir zaman sonra laik bir eğitim
programı hazırlanması için Geçici Eğitim
Meclisi seçilmiştir.1846 senesinde Ticaret
Bakanlığındaki bu meclis Mekatib-i Umumiye
Nezareti ve ardından 1866’da Maarif-i Umumiye
Nezareti dönüştürüldü. İmparatorlukta, ilk
önce öğretmenden başlamak koşuluyla iyi bir
eğitim vermek amacıyla ilgili planlar hazırlanmıştır.
Her ne kadar eğitim sistemi geliştirilmeye çalışılırken diğer taraftan yeni
okulların nasıl bir fonksiyonu yerine
getireceği konusunda tedirginlikler yaşanıyordu.
Savaşlar sebebiyle mali durum kötüye gitmiş
hazine neredeyse boşalmış bir durumdaydı.
Artan dış borçlar göz önüne alındığında eğitime
ayrılan pay çok kısıtlı bir hal almıştı.
Osmanlı Devleti’nde batılı anlamda bir eğitim sisteminin gerekliliği ilk defa III. Selim ve
daha sonra II. Mahmut dönemlerinde fark
edilmiştir. Subay, yönetici, mühendis
yetiştirecek teknik okullar geliştirilmiş, ancak
öğrencilerin yabancı dil bilmemesi problemi nedeniyle
arzu edilen seviyeye ulaşmak mümkün olmamıştır.
II. Abdülhamid döneminde eğitim ve
öğretimle ilgili yaşanan gelişmeler ise geçmişe nazaran daha düzenlidir. Modern eğitim yerleşmiştir,
devlet eğitimdeki öneminin ve görevinin farkındadır.
Okullara devlet tarafından mali destek sağlanmış, eğitimin finansmanı için vergiler aracılığı ile kaynak sağlanmaya gayret edilmiştir. II.
Abdülhamid, vilayetlerdeki eğitime özel bir değer vermiştir. II. Abdülhamid dönemi,
eğitim bilincinin yerleştiği ve elden gelen tüm
imkanların ortaya konulduğu bir dönemdir. II.
Abdülhamid, eğitimin, Osmanlı
İmparatorluğu’nun kurtuluşunun tek çaresi
olduğunu bilen bir padişahtır. Dönemin
şartları göz önüne getirildiğinde imparatorluk, Kırım
Savaşı’ndan sonra yoğun bir dış borç
altındadır. Ayrıca kötü mahsul, yapılan savaşlar
ekonomiyi fazlasıyla olumsuz bir şekilde etkilemiştir.
Maarif Hisse-i İanesi eğitimin sürekliliği için
önemli bir adım olmuştur.
Genel olarak Osmanlı Devleti eğitim
tarihine baktığımızda, Tanzimat öncesi dönemin bir başlangıç noktası olduğu, Tanzimat sonrası dönemin ise daha fazla geliştirmeye açık
olunan bir eğitim sistemine sahip olduğu
görülmektedir.
1868 Maarif Nizamnamesi ile eğitimde ilk dönüşümler başlamıştır.
Eğitim anlamındaki en büyük atılımın
ise II. Abdülhamid dönemi ve sonrasında
gerçekleştiği söylenebilir. Osmanlı devletinde
yaşanan mali krize ve zorluklara rağmen eğitim yüzyılı
olarak ilan edilen dünyadaki eğitim yarışına
Osmanlı Devleti de dâhil olmuştur.
II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ
EĞİTİM
II. Abdülhamid tahta çıktığında
Osmanlı Devleti’nde birbiriyle ilgisi olmayan farklı felsefe ve müfredata sahip üç
okul sistemi bulunmaktaydı. Bu okullar
medrese ve sıbyan mektepleri, Maarif
Nezaretine bağlı laik okullar ve özel okullar
olmak üzere üçe ayrılmaktaydı. II. Abdülhamid devrine şahitlik eden devlet eğitim sistemi şu şekildedir. Devletin,
bir genel eğitim politikası vardır. Bu,
hükümette bir maarif nazırının bulunması ve
bütçeden eğitim için finanse edilecek bir paranın
ayrılmasından anlaşılmaktadır. Bu politikanın
amacı ise kız ve erkek çocuklara özel olarak
ilk, orta ve yüksek öğrenim bölümlerini içeren bir
eğitim sistemini geliştirmekti. Bu amaç mukabilinde orta ve
yüksek dereceden meslek ve teknik okullar
açılmıştı.
II. Abdülhamid Dönemi Eğitim
Teşkilatı
1869 Maarif-i Umumiye
Nizamnamesi’nde oluşturulan merkezi
teşkilat yapısı 1872’de bazı düzenlemeler
yapılarak I. Meşrutiyetin ilanına kadar süregelmişti. Kanuni Esasi hükümleri arasında
eğitimle ilgili mevcut hükümler de yer almaktaydı.
Birinci Meclis-i Mebusan’ın açılışında,
yapılacak her türlü ıslahatın ülkenin her
anlamda gelişmesinin sadece ilim ve eğitim
sayesinde gerçekleşeceği üzerinde ısrarla durulmuştu. Eğitim ve Öğretim, Kanun-i Esasi ‘de bir
emir olarak devletin görevleri arasında
öngörülmüş ve eğitim düzenlenmediği taktirde, diğer
alanlarda yapılacak ıslahatın başarılı
olamayacağı açıkça dile getirilmiştir. Fakat 1877
Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle yaşanan mali
sıkıntılar eğitim alanında yapılacak
düzenlemelerin ertelenmesine neden olmuştur. 1879 yılında çağın gereklerine
uymakta zorluk çeken Maarif Nezareti
modern bir hale getirilmiştir. II. Abdülhamid döneminde eğitim
merkez ve taşra teşkilatı olmak üzere ikiye
ayrılıyordu. Ancak merkez teşkilatının taşra
maarifini denetlemesinde problemler çıkması
nedeniyle taşra-merkez arasındaki ilişkiyi
kuvvetlendirmek amacıyla bünyesindeki müfettiş
sayısı artırılmıştır. 1886 yılına gelindiğinde ise
yeni daireler açılmıştır. Bunlardan biri
müfettişler bölümüne dâhil edilen Milel-i
Gayrimüslime ve Ecnebiye Okulları Müfettişliği’dir. Diğeri ise Mekatib-i İdadiye
Müfettişlikleridir. Eklenen iki daireden şu
sonuca ulaşabiliriz. İdadi Müfettişliğinin
açılması, bu okulların ne denli arttığını ve
teftişe ihtiyaç duyduğunu gösteriyordu.
Gayrimüslim ve ecnebiler için müfettişlik
açılması ise bu okulların zararlarını
engel olmak için sık aralıklarla denetimin şart
olduğunu göstermekteydi. Bu tarihe kadar bu
okulların kontrolü ve denetimi
yapılamadığından ötürü zararlı faaliyetleri etkisini
gösteriyordu.
II. Abdülhamid devrinde, eğitim
alanında yapılan en önemli hizmetlerden biri
de vilayetlere kadar eğitimin ulaştırılmasıdır.
Tanzimat döneminde İstanbul dışında okullar
açılamamıştı. Ancak 1878 yılından itibaren
imparatorluğun her köşesine devlet
tarafından eğitim hizmetleri yaygın bir şekilde verilmeye başlanmıştı.
II. Abdülhamid’in Eğitimle
İlgili Görüşleri
II. Abdülhamid devletin güçsüz
olduğunun bilincindeydi ve bunu çoğu kez belirtmişti. Devlet, finansal alanda güçsüz olduğu kadar eğitim alanında da
güçsüzdü. II. Abdülhamid’in en çok üüzüldüğü konulardan biri de Müslüman halkının cehaleti
ve eğitimsizliği idi. II.
Abdülhamid, halkın aydınlanmasına büyük
önem veriyordu ve yaptığı işlerin özünde ‚''Maarif bütün ilerlemelerin hazırlayıcısıdır.'' sözü yatmaktaydı. II. Abdülhamid, tahta
geçtiği yıllardan itibaren hemen her yerde okul
açmıştır. II. Abdülhamid, devletin
okullarından yetişecek dindar ve ilime gayretli
gençlerin devletin geleceğini inşa edeceğini
düşünüyordu. II. Abdülhamid, Osmanlı
Devleti’nin temelini İslamiyet olarak görüyordu. Devletin geleceğini İslamiyet’in
gücüne bağlıyordu.Gençlerin İslam ahlakı
açısından yetersiz yetişmeleri halinde
öğrencilerin ülkenin menfaatini
sağlayamayacağı fikrine hakimdi. II. Abdülhamid dönemi,
müfredatta İslamiyet’e daha güçlü bir
vurgu ile birlikte, eğitimde artan bir kurumsal
modernleşme sürecini de içinde barındırmaktaydı. Temel
modern araçlar olarak kullanılan ders
kitapları ve öğretmenlerin mektep içi
davranışlarını tertipleyen ayrıntılı
nizamnameler hazırlanmıştır. Sultan
II.Abdülhamid, devlet okullarında yetişecek
gençlerin İslami hamiyete ve devlete sadakate
uygun davranış özelliklerine hakim bireyler
olarak yetişmelerini amaçlıyordu.
Bu dönemde öğrencilerin İslamiyet
vurgusu altında yetiştirilmek istenmesinin
altında önemli nedenler bulunuyordu. Yabancı
devletler tarafından açılan okullar hangi dine
mensupsa öğrencilere derslere o dinin ibadetlerini yaparak başlıyorlardı. Müslüman
ailelerin çocuklarını bu okullara göndermek
istemesinin en önemli sebebi, bu okulların
eğitiminin yabancı dilde eğitim vermesi ve
devlet okullarıyla kıyaslandığında gerek
eğitim yönünden gerekse dersliklerin fiziki
ortamı açısından modern oluşu yatmaktaydı.
Devlet okullarının sınırlı bütçelerle kurmaya
çalıştıkları okullar karşısında yabancı
okullarla mücadele etmesi çok zordu.
Dönem içerisinde alınan önlemlerden
biri de nahiye merkezlerinde açılması
düşünülen bölge ilkokullarıydı. Anadolu’da
özellikle Doğu Anadolu’da köylerin küçük ve
dağınık olması sebebiyle devlet tarafından
okul yapılması finansal açıdan bütçeyi
zorluyordu. 1896 yılından itibaren bölge
ilkokulları önerisi ortaya atıldığında hükümet
tarafından yeni usulde yapılacak eğitimin
faydalarını da göz önünde bulundurarak
maarif bütçesinden maaşları karşılanmak
üzere öğretmen bulunması hakkında karar
verilmişti.
İlk Öğretim
Bu
dönemde kanuni olarak ilk öğretimin
zorunluluğu ilan edilmiştir. Merkez ve
taşrada ilk öğretimin yayılması için
çalışılmıştır. Öğretim sisteminde teklik
sağlanmış ve iptidai okullarının sayısı
artırılmıştır. Devrin siyasi hareketi olarak halkın kalabalık olduğu yerlerde
ilk öğretime ehemmiyet verilmiştir. Açılan gayrimüslim ve cemaat
okullarının siyasi ve çocukların
dini eğilimlerine zarar vermelerini önlemek
amacıyla hem açılan okul sayısı arttırılmış
hem de gayrimüslim çocukların da bu
okullarda okutulması konusunda resmi
kararlar alınarak eğitimin kitlelerce ulaşılabilmesi gayesi hedeflenmiştir.
Vilayetlere eğitimin götürülmesi ve yaygınlaştırılması II. Abdülhamid devrinde gerçekleştirilebilmiştir. Arşiv kaynaklarına göre devleti vilayetlerde eğitim atılımına yönelten sebepleri şu şekilde özetleyebiliriz: Eğitimin imparatorlukta yayılmasının ancak iptidai okulların açılmasıyla ve yeni öğretim yapan okulların sayısının çoğalmasıyla sağlanabileceği, imparatorlukta sayıları çok fazla olan fakir çocukların en azından ilk tahsillerini yapmaları gerektiği amacı bulunuyordu.
Vilayetlere eğitimin götürülmesi ve yaygınlaştırılması II. Abdülhamid devrinde gerçekleştirilebilmiştir. Arşiv kaynaklarına göre devleti vilayetlerde eğitim atılımına yönelten sebepleri şu şekilde özetleyebiliriz: Eğitimin imparatorlukta yayılmasının ancak iptidai okulların açılmasıyla ve yeni öğretim yapan okulların sayısının çoğalmasıyla sağlanabileceği, imparatorlukta sayıları çok fazla olan fakir çocukların en azından ilk tahsillerini yapmaları gerektiği amacı bulunuyordu.
Orta Öğretim, Yüksek Öğretim
Orta öğretim ve yüksek öğretim eğitim kurumlarıyla ilgili genel kaynaklara göz attığımızda II. Abdülhamid'in yaptırdığı okulların adlarına ulaşabiliyor iken bu okulların konumları, bütçe planları, sistemdeki düzenlemeleri v.b. ayrıntılı düzenlemelerin fazlaca saptırılmış, gerçeklerin dolaylı veya abartılmış olarak yansıtılması sebebiyle yanlış bilgi vermemek adına ulaşabildiğimiz okulların adlarını yazmayı uygun görüyoruz. Bilgi verirken ayrımcılığa, kin ve düşmanlığa yöneltici olmamak adına düşünsel değil, yalnızca tarihsel bilgiyi aktarıyoruz.
- Hukuk Fakültesi açıldı
- Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı
- Ticaret Fakültesi açıldı
- Yüksek Mühendislik Fakültesi açıldı
- Dârülmuallimât (Kız Öğretmen Okulu) açıldı
- Bütün yurtta İdadiler (Lise) açılmaya başlandı
- Halkalı Ziraat ve Veterinerlik Fakülteleri açıldı
- Aşiret Okulu açıldı
- Bütün yurtta Rüşdiyeler (Ortaokul) açılmaya başlandı
- Dünyanın ilk dişçilik okulunu kurdu.
- Paris’te İslam Külliyesi kurdu.
- Maden Fakültesi açıldı
- Şam Tıp Fakültesi açıldı
- Haydarpaşa Askeri Tıp Fakültesi açıldı
- Pekin’de Üniversite kurdurdu. (Dar’ul Ulum’il Hamidiye = Hamidiye Üniversitesi)
Suriye Mercidabık Savaşı
- Savaş Tarihi : 24 Ağustos 1516
- Savaşan Devletler : Osmanlı Devleti - Memlükler
- Kazanan : Osmanlı Devleti
Mercidabık Savaşı |
Osmanlı Devleti ile Memlükler arasında Mercidabık Ovası'nda meydana gelen ve Osmanlı’nın zaferiyle sonuçlanan Mercidabık Savaşı, Yavuz Sultan Selim’in Memlükler ile yaptığı ilk ve kesin sonuca ulaştığı savaştır. Çaldıran Savaşı sonucu elde edilen zafer ile bölgede hâkimiyet sağlayan Sultan Selim, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki hâkimiyetini arttırmak için giriştiği faaliyetler, aynı bölgede bazı şehirleri elinde bulunduran Memlükler’i tedirgin etmeye başlamıştı. Osmanlılar ile Memlüklerin bu son karşılamasından önce de meydana gelen farklı sürtüşmeler ve husumetler vardı. Osmanlı ile aynı amacı ilke edinip Safeviler’den kalan eksikliği doldurma gayretine giren Memlükler, Yavuz’un sınır bölgelerindeki hareketlerini dikkatle gözlemliyorlardı. Selim ise Anadolu’ya tamamıyla hâkim olmanın ancak Memlükler’in ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağına inanıyordu. Bununla birlikte Suriye ve Mısır’ın ele geçirilmesinin kendisini İslam dünyasında tek lider haline getireceğini ve bununla birlikte tarihi ticaret yollarında tam denetim kurma yolunu açacağını hesaplıyordu. Aynı zamanda Portekiz tehlikesi altında olan kutsal toprakların bu planla güvence altına alınacağı düşünülüyordu. Tam bu zaman aralığında Memlüklerin, Şah İsmail’in elçisini kabul etmesi ve onlarla iletişim kurması, Sultan Selim’in geçmişten beri planladığı sefer için önemli bir bahane oluşturdu.
Tüm bu olaylar ışığında Sultan Selim, veziriazamlığa getirdiği Hadım Sinan Paşa’yı önden bölgeye yolladı, takip eden zaman diliminde de kendisi İstanbul’dan harekete geçti. İstanbul’dan ayrılmadan önce, Rumeli Kazaskeri Molla Zeyrekzade Rükneddin ile Karaca Paşa’yı Memlük sultanına göndererek hareket planının Safeviler’e karşı olduğunu belirtti. Anadolu’da bir araya gelen Sultan Selim ile Sinan Paşa birlikleri ilerlerken Memlük Sultanı tarafından Osmanlı hareketlerinin takip edildiği öğrenildi. Bu durum üzerine seferin artık Mısır üzerine yapılacağı bilgisi aktarıldı ve Memlük sultanı Safeviler’in hamisi olmakla suçlandı. Haberi alan Memlük ordusu Halep’ten yola koyularak Mercidabık Ovası'nda konakladı. Burada 24 Ağustos 1516 sabahı iki ordu karşı karşıya geldi. Büyük bir mücadeleye sahne olan savaş aynı günün ikindi vakti Osmanlı Devleti’nin zaferiyle son buldu. Memlük ordusu geri çekilerek dağıldı. Memlük sultanı Kansu Gavri savaş meydanında öldü ve aralarında belli başlı büyük emirlerin de bulunduğu birçok Memlük kumandanı esir alındı ya da maktul düştü. Bu savaşın kazanılmasıyla birlikte Osmanlılar Suriye, Lübnan ve Filistin’in hâkimiyetini sağlayarak Mısır yolunu açmış oldu. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bölgelerde hâkimiyet sağlamlaştı ve Memlükler tarih sahnesinden silinmiş oldu.
Etiketler:
24 Ağustos 1516,
dünya,
filistin,
islam,
lider,
lübnan,
memlükler,
mercidabık,
mısır,
osmanlı,
savaş,
sultanselim,
suriye,
tarih,
zafer
12 Aralık 2018 Çarşamba
Padişahların bilinmeyenleri
Osmanlı padişahları denilince genellikle gözümüzün önüne gürleyen ve savaş meydanlarında kılıcını çekip cengaverlik yapan siyasi-askeri liderler gelir.Oysa gayet tabiidir ki,onların da her insna gibi duygusal-estetik bir hayatları vardı.
OSMAN GAZİ
Ayakta dururken elleri dizlerini geçerdi. Bu tariften ya bacaklarının kısa ya da ellerinin normalden uzun olduğunu anlıyoruz ki,bu vücut yapısı Halife Abdülmecit’e kadar 600 küsür yıl boyunca yaşamıştır. Bir giydiğini bir daha giymezdi. Sebebi müsrifliği değil, başka birini yani bir garibanı sevindirmekti. Birisi elbisesine dikkatlice baksa hemen çıkarıp ona bağışlardı
Ayakta dururken elleri dizlerini geçerdi. Bu tariften ya bacaklarının kısa ya da ellerinin normalden uzun olduğunu anlıyoruz ki,bu vücut yapısı Halife Abdülmecit’e kadar 600 küsür yıl boyunca yaşamıştır. Bir giydiğini bir daha giymezdi. Sebebi müsrifliği değil, başka birini yani bir garibanı sevindirmekti. Birisi elbisesine dikkatlice baksa hemen çıkarıp ona bağışlardı
Etiketler:
2. abdülhamit,
abdülhamid,
avcı,
bilinmeyen,
bilinmeyenler,
gizli,
murat,
osman,
osmanlı,
osmanlı padişahları,
önemli,
payitaht,
selim,
siyaset
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)